MAG DERGİ Kasım 2023

Naz Demirkılıç

Klimataryen Beslenme

İklim krizine dikkat çeken Frea Naturalz’ın kurucusu Dr. Naz Demirkılıç, gıda israfının en aza indirilmesi gerektiğini vurgulayarak besinleri mevsiminde tüketmenin önemini anlatıyor ve klimateryan beslenme hakkında MAG Okurlarını bilgilendiriyor.

İklim krizi son yıllarda hemen hemen hepimizin ortak konusu. Küresel ısınma etkisiyle artan sıcaklıklar, üretimde yaşanılan rekolte kayıpları, yaşanan doğal afetler ile birlikte tarım arazilerinin zarar görmesi, tarım arazilerinin imara açılması, üreticilerin rantı yüksek ürünlerin üretimine yöneliyor olması… Sonuç; 2019 yılı verilerine göre dünya nüfusunun dörtte biri güvenli, besleyici ve yeterli gıdaya erişemedi. Bugün altı yüz doksan milyon insan açlıkla mücadele ediyor ve bu rakamın 2030 yılı itibarı ile sekiz yüz kırk milyonu aşacağı öngörülüyor.

Gezegenimizi daha yaşanabilir bir hale getirmek ve karşı karşıya olduğumuz iklim krizine çözüm üretmek adına hepimiz sorumlu olduğumuzun bilincindeyiz. Bunun en temelinde de beslenme şeklimiz ile ona olan bağımlılığımızı değiştirmek yatıyor; çünkü ne yediğimiz ve içtiğimiz küresel ısınma ile direkt ilişkili. İşte tam bu noktada da iklim dostu beslenme yaklaşımı ortaya çıkıyor.

İklim dostu beslenme; sofrasından eti çıkaramayan, vegan, vejetaryen ya da alkali beslenme modeline adapte olamayan fakat aynı zamanda çevreye duyarlı, iklim krizine kendi çözümleriyle katkıda bulunmak isteyenlere çözüm olarak ilk kez 2015 yılında New York Times tarafından tanımlandı. İklim dostu ya da bir diğer adı ile “klimataryen beslenme’nin” temelinde küresel ısınmayı olumsuz etkileyen gıdaların tüketimini minimuma indirmek ve “bol bol” değil yeterli beslenmek yatıyor. Günümüzde üretilen her üç gıdadan birinin çöpe gittiğini ve çöpe giden bu gıdaların sera gazı salınımının yüzde sekizine mal olduğunu düşünürsek klimataryen beslenme modelini hayatımıza uyarlamanın ne kadar önemli ve acil olduğunu anlamak mümkün.

Klimataryen diyet, tüketicileri yerel, mevsiminde yetişmiş, taze ürünler tüketmeye yönlendiriyor; çünkü gıda tedarik zinciri küresel ısınmayı hızlandıran sera gazı emisyonlarının önemli etkenlerinden biri. Buna göre gıdanın işlenmesi ve paketlenmesi süreçleri küresel sera gazı salınımının yüzde onunu; taşınması, saklanması ve sonunda israf edilmesi ise yüzde yirmisini oluşturuyor. Dolayısıyla iklim dostu beslenme küreselleşen dünyanın bir getirisi ithal gıdaları yani bir diğer ifade ile coğrafyamız dışında yetişen özellikle de ülke dışından gelen yiyecekleri satın almamayı öneriyor. Örneğin; günümüzde bir hayli popüler olan ve süper gıdalar arasında yer alan “kinoa”nın Peru’dan Türkiye’ye yaptığı yol ve çevreye bıraktığı iz değerlendirildiğinde bizim için çok da iyi bir gıda olmadığı ortaya çıkıyor.

İklim dostu beslenmenin altını çizdiği bir diğer önemli konu ise gıda israfı. Tüm canlılar için sürdürülebilirliğin, esasında var olan ihtiyaçlarımızı geleceğin kaynaklarını tüketmeden karşılayabiliyor olmak klimataryen beslenmenin olmazsa olmazı.

Günümüzde ihtiyacından fazlasını isteyen insanlar, tüketmeyeceği kadar satın alırken milyonlarca insan aç uyuyor. Bununla birlikte satın alınanların büyük bir kısmı da çeşitli sebeplerle çöpe gidiyor. Birleşmiş Milletlerin 2021 yılında yayımladığı rapora göre dünyada yıllık dokuz yüz otuz bir milyon ton, ülkemizde ise yıllık yedi milyon ton gıda çöpe atılıyor. Bu rakam bu yıl açıklanan gayrı resmî verilere göre 18,1 milyon tona ulaşmış durumda. Gelişmişlik düzeyi ve gelir arttıkça israf da artıyor. İklim dostu beslenme prensipleri; konuya global bir biçimde yaklaşarak tüketimin bir alışveriş eyleminden öte geleceğimiz için hayati bir seçim olduğunu söylüyor ve az miktarda, ihtiyaca göre ürün satın alarak beslenmeyi tavsiye ediyor.

Bu bağlamda hayvansal gıdaların özellikle de et tüketiminin hem karbon hem de su ayak izinin çok yüksek olması sebepli beslenme düzeni içerisinde en az miktara indirgenmesi gerektiğini vurguluyor; çünkü hayvansal gıda tüketimi arttıkça hem daha fazla yeme hem de daha fazla yem alanına ihtiyaç duyuluyor. Yapılan son araştırmalar sadece hayvansal gıda tüketimi kaynaklı her altı saniyede bir futbol sahası kadar ormanlık alanın yok olduğunu belirtiyor. Ayrıca bir kilogramlık kemiksiz bir etin israf edilmesinin, yirmi dört kilogram buğdayın israf edilmesi ile aynı etkiye yol açtığının altını çizerek hayvansal gıda tüketiminin çevreye ne denli zarar verdiğini açıklıyor. Bu sebeple hem sağlığımız hem çevresel faktörler kaynaklı hayvansal gıda tüketimini azaltmak ve bitkisel bazlı beslenmeye geçiş sağlamak hepimizin önceliği haline geliyor.

Konuyla ilgili olarak geçmiş yıllarda yapılan bazı çalışmalar, sürdürülebilir bir gelecek için hepimize umut ışığı oluyor. Örneğin; Hilton Oteller grubu, 2021 sonbaharı itibarı ile menülerine daha düşük karbon ayak izine sahip yeni yemekler ekledi. Ayrıca Sodexo firması İngiltere ve İrlanda’dan başlayarak, 2030 yılında sera gazı emisyonlarını ölçmek ve azaltmak konusunda “somut ilerleme” kaydetmemiş tedarikçilerle çalışmayı bırakacağını açıkladı.

Öte yandan konunun daha bütüncül bir yaklaşımla topraktan, yani üretim esnasından başlayarak ele alınması gerekiyor; çünkü üretim esnasında çevresel faktörler göz ardı ediliyorsa, aşırı kimyasal ve pestisit kullanılıyorsa, daha fazla verim alabilmek adına acımasızca sömürülüyorsa toprak hastalanıyor. Tarım ilaçları sadece karbon salınımına etki etmekle kalmayıp içinde bulundurduğu kimyasal maddeler sebepli hem sağlığımızı etkiliyor hem de yediğimiz ürünün besin kalitesini düşürüyor.

Özetle; geleceğimiz ve gezegeni paylaştığımız tüm canlıların sürdürülebilirliği için hepimiz çözümün bir parçası olmak adına görevliyiz. Bunu da ancak ve ancak iklim dostu beslenmenin, uygulaması basit ama sonuçları bir o kadar etkin prensiplerini uygulayarak sağlayabiliriz. Bugünden itibaren gıdaları israf etmemeye, mevsiminde tüketmeye, yerel üretim yapan lokal üreticilerden alışveriş yapmaya, plastiğe alternatif doğada çözünen paketlemeleri tercih etmeye, beslenme düzenimiz içerisinde yer alan hayvansal proteini azaltıp bitkisel alternatiflerden faydalanmaya özen gösterirsek hepimiz daha güzel bir gelecek için katkıda bulunmuş olacağız.

Son olarak; geleceğin tüketicileri olan çocuklarımızı da unutmamak gerek. Onları bilinçlendirip eğitmek belki de atılması gereken adımların en başında geliyor. Sadece onların sağlığı için değil aynı zamanda gelecek nesillere daha iyi bir dünya bırakabilmek için, bu gezegenin sürdürülebilirliği konusunda hepimizin sorumlu olduğunu anlatmamız gerekli. İşte o zaman, yaşadığımız gezegene olan borcumuzu bir nebze de olsun ödemiş oluruz.

Dr. Naz Demirkılıç

Bloga dön